Sayfalar

3 Temmuz 2011 Pazar

The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring

 
  Bu yazı söz konusu film hakkında önemli bilgiler içermektedir. Eğer filmi izlemediyseniz okumayınız ama belki okuyabilirsiniz de.
 
  2001 yılında Peter Jackson tarafından çekilmiş, J.R.R. Tolkien romanının sinemaya uyarlanmış hâli. Üç filmlik serinin ilk filmi. Film, bir yüzüğün hikâyesini anlatıyor.

  Kitabını okumadığım için kitaptan bağımsız olarak sadece film hakkında yazacağım. Öncelikle filmin konusunu biraz açalım. Her şey yüzüklerin yapımıyla başlıyor. Bu yüzüklerin üçü Elf'lere, yedisi Cüce Efendiler'e, dokuzu ise insanlara veriliyor. Bu yüzükler tabii ki normal yüzükler değil. İçlerinde her ırka hükmedecek gücü ve isteği barındırıyor. Ama bu yüzüklerin dışında bir yüzük daha yapılıyor. Mordor'da, Kıyamet Dağı'nın ateşleriyle, Sauron tarafından dövülen yüzük. Bu yüzük ise diğer yüzüklere hükmetme isteği ile dolu. Savaş sırasında Sauron'un parmağındaki bu yüzük, Isildur tarafından alınıyor. Isildur bu yüzüğü yok etme amacında. Ancak yüzüğün kendi iradesi var. Bu iradeyle birlikte asıl sahibine geri dönmek istiyor. Isildur'dan kurtulduktan sonra yüzük dönüp dolaşıp küçük hobbit Frodo'ya geliyor. İşte film de asıl burada başlıyor. Buradan sonra yüzüğü yok etmeye çalışan Frodo'nun başına gelenleri görüyoruz.


  Filmin konusunu da anlattığımıza göre yorumlara geçebiliriz. Bir kere filmin başını çok beğendim. Başı derken; Shire'ı. Böyle her taraf yemyeşil, etrafta dolanan minik minik insanlar falan. Üstelik biraz mizah da katmışlar işin içine. Sanki içinde kötülerin bolca bulunduğu bir film değil de eğlenceli bir filmmiş havası var. Hem böylece filmin başından sonuna iyilikten kötülüğe doğru giden bir çizgi de yakalanmış oluyor. Ha bunu tam tersi olarak görenler de olabilir. Bakış açısına bağlı olarak böyle bir filmde bu tür sahneler ne alaka diyenler de çıkabilir. Normaldir, ama siz yine de onlara itibar etmeyiniz. :) İleriki bölümlerde mağaralardan geçerken kralın yattığı bölüme de hasta oldum. Her yer karanlık, zaten mağara, ve içeriye tek giren ışık kralın yattığı yere vuruyor. Çok iyi bir tasarım bence, havalı. Atmosfer genel olarak çok iyiydi. O fantastik öğeleri iliklerimize kadar hissettik.


  Yalnız şunu da söylemem lazım; yine yeniden tek kişinin 64213 kişiyi aynı anda dövmesi nedir? Bu Ork'lar mal mı bu kadar? Hadi 9 kişi toplanmış, üstlerine bir adet tugay da gelse neyse derim adamlar 9 kişi, ama Aragorn'un maşallahı var tek başına Ork sürüsü katlediyor. Filmden alınan zevki azaltıyor izlerken, hiç hoş olmuyor. N'olur artık yapmayın böyle şeyler sevgili Holywood.


  Biraz da karakterlere değinelim. Hobbitler genel olarak eğlenceli karakterler. Merry ile Pippin salak ile avanak, Sam sadık, Frodo cesur. Hepsini ayrı ayrı sevdim, canlarım benim. Cüce Gimli'yi de unutmamak lazım tabii. Ekibin en savaş düşkünü üyesi. Keselim, biçelim her şeyi havasında. Aragorn tipik kahraman karakter. Frodo yüzüğü uzattığında o da sadakatini ve iradesini görmüş olduk. Okçumuz Legolas da asil duruşuyla izleyenlerin gönlünü çelmiştir. Kadınların en sevdiği karakter Legolas'tır büyük ihtimal. Gandalf ise bilge, yol gösteren büyüğümüz. Yalnız bence Gandalf'ın sınırları pek iyi çizilmemiş. Neleri yapabilip neleri yapamayacağını tam olarak anlayamıyoruz filmde. Bazen çok güçlü görünürken bazen de çaresiz görünüyor. Gelelim en sevdiğim adama: Boromir. Bana göre en gerçekçi karaktere sahip insan Boromir'di. Ne bembeyaz ne kapkara. Beyaza çalan bir griliği vardı. Cesur, kendine güvenen, asi bir karakter olmasının yanında yüzüğün cazibesine de bir an için kapılmadı değil. Ancak hatasını anlayıp üzerine saplanmış oklara rağmen Orkları katletmesi ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Ölümü de ona yakışır biçimde oldu. Game of Thrones'dan gelen Sean Bean sevgim de Boromir'i sevmem de büyük etken olmuştur. Ama sürekli ölüyorsun durduramıyoruz be adam. Yeter, ölme artık. En sonda filmde nadir görünen kadınlara değinmek istiyorum. Genelde fantastik filmlerde cıbıldak cıbıldak ortalıklarda dolanırlardı ama bu filmde o yok. Bak, demek ki çıplaklık olmadan da gayet güzel bir biçimde çekilebiliyormuş. Aynı zamanda duruşlarından, ses tonlarından, hareketlerinden resmen asalet akıyordu. Onları da sevdim.

  Filmin müziklerini ben nedense başka filmlere benzettim. Baştaki müzikler The Gosfather'ı hatırlattı, sondaki müzikler ise Titanik'in müzikleri ile benzerdi. Belki kullanılan enstrümanlar aynı olduğu için benzetmiş olabilirim, bilmiyorum.

  Serinin ilk filmi işte böyleydi. Sıra geldi ikinciye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder